İSTİĞFAR BÖLÜMÜ

İSTİĞFAR BÖLÜMÜ


 

Okunuşu:

  İnnallahe lâ yağfiru en yüşreke bihi ve yağfiru ma dûne zâlike limen yeşâ'

Anlamı:

  ALLAH KESİNLİKLE KENDİSİNE ŞİRK KOŞULMASINI BAĞIŞLAMAZ; FAKAT BUNUN DIŞINDAKİLERİ DİLEDİĞİNE BAĞIŞLAYABİLİR.

&

Okunuşu:

  Kul: yâ ibadıyelleziyne esrefû alâ enfüsihim, lâ taknetu min rahmetillah!.. İnnallahe yağfiruz zünûbe cemîa, innehu huvel gafûrur rahiym.

Anlamı:

  DE Kİ: EY NEFSİLERİNİN ALEYHİNE HADDİ AŞAN KULLARIM. ALLAH'IN RAHMETİNDEN ASLA UMUT KESMEYİN!.. ALLAH KESİNLİKLE BÜTÜN GÜNAHLARI BAĞIŞLAR (iman edene). ZİRA O, GAFURDUR, RAHİMDİR.

&

Okunuşu:

  Ve huvelleziy yakbelut tövbete an ibadihi ve ya'fû anisseyyiati ve yâ'lemû ma tef'âlûn, ve yesteciybülleziyne amenû ve amilussalihati ve yeziydühüm min fazlih.

Anlamı:

  O kullarının tövbesini kabul edip, onların kusurlarını affeden ve ne yaptıklarını bilendir. İman edip yararlı işler yapanların dualarını kabul eder. Onlara kendi fazlından fazlasını da bağışlar.

Okunuşu:

  Ya eyyühelleziyne amenû, tûbû ilallahi tövbeten nasuha, âsa rabbüküm en yükef fire anküm seyyiâtiküm ve yüdhıleküm cennatin tecriy min tahtıhel enhar.

Anlamı:

  EY İMAN EDENLER, ALLAH’A İÇTENLİKLE PİŞMANLIK DUYARAK TÖVBE EDİN; UMULUR Kİ, RABBİNİZ SUÇLARINIZI ÖRTER VE SİZİ AĞAÇLARI ALTINDAN IRMAKLAR AKAN CENNETE SOKAR.

Bilgi:

Değerli okurlarım, Kur'ân-ı Kerîm'deki, Allâh-u Teâlâ'nın bağışlama sistemi ve bu sisteme bağlı olarak tövbe edilmesi hususu yukarıda sıralamış olduğum dört âyet-i kerîmede açık seçik görülmektedir.

Bu âyet-i kerîmelerden kesinlikle anlaşılan hususlar şunlardır:

1. Şirk yani TANRI’ya inanma suçu asla bağışlanmaz. Çünkü Allâh vardır, TANRI YOKTUR!.. Tanrı kavramı, asla Allâh isminin manâsının karşılığı değildir. Olmayan "ŞEY=TANRI"nın güçlerinin, seni bağışlaması da elbette sözkonusu olamaz!.. Bu sebeble, öncelikle ve âcilen, Allâh isminin işaret ettiği manâyı öğrenmek ve yaşamımıza ona göre yön vermek MECBURİYETİNDEYİZ.

Aksi halde, Allâh yanısıra tanrı edinenlerden olma tehlikesi bizim çok yakınımızdadır. Böyle bir riske girmek çok büyük hatadır..

2. Nefsimizin hakikatını bilememek dolayısıyla nefsimizin hakkını eda edememek durumunda yaşadığımız için haddi aşanlar dan olup büyük kayıplarla yüzyüzeyiz.

Ama bu durumdan dolayı da asla umutsuz olmamalıyız. Çünkü yapılan bütün yanlış hareketlerin bir bağışlanma yolu da vardır; önemli olan hatayı farkedip, zararın neresin den dönülse kârdır, diyerek kalanı kurtarma yolu seçilmelidir.

3. Hatadan dönmenin yolu tövbeden geçer. Yaptığının yanlış olduğunu farkedip pişmanlık duyarak tövbe ettiğin zaman, bağışlanma seni beklemektedir. Üstüne üstlük dualarına icabet mükâfatı da cabası!..

İş ki, yarın tövbe ederim, öbürgün tövbe ederim deyip, tövbeyi ertelemiyelim. Zirâ tövbeyi erteleyenlerin çok büyük bir kısmı tövbe edemeden diri diri mezarı boyladılar ve canlı bir şekilde o kabir âleminde yaptıklarının neticelerini yaşamaktalar.

4. Tövbe, lâf olsun diye, yaptım işte demek için; ya da biri yap, şu kelimeleri tekrarla dedi, diye değil; nasuh olarak yapılmak zorundadır. Yoksa oyun eğlence ve hatta alay gibi değer lendirilebilir.

Nasuh tövbe nasıl anlaşılmalıdır?..

İnsanın, yaptığı işin gerçekten yanlış olduğunu farkedip idrâk etmesinden sonra, bu yapmaması gereken fiîli işlemekten dolayı büyük bir pişmanlık duyması; ve bir daha o fiîli asla işlememeye karar vermesi ve bundan sonra Allâh’a karşı bu kararını itiraf ederek bağışlanma dilemesi nasuh tövbesi olur.

Yanlış bir fiîli yapmaktan dolayı özür dileme ise "istiğfar"dır.

"Estağfirullah" yani "özür diliyorum Allâh’ım" sözcüğü asla, tefekkürsüz söylen memesi gereken bir ifâdedir, aksi takdirde sanki muhatab hafife alınıyormuş anlamı çıkar.

Bugün çeşitli tarikatlarda verilen "şu kadar istiğfar çek", târifi tamamiyle bilinçsizce ve yanlış bir şekilde uygulanmak tadır. Her ne kadar bu "çekiş" dolayısıyla ruha yüklenecek bir enerji sözkonusu ise de; kesinlikle istenilen amaç doğrultusunda bir çalışma de ğildir bu!.. Ancak tesbihi verenin bilinçsizliğinden, taklid ehli olmasından doğan bu durumun elbette ki kurbanı da "estağfirullah çeken" olmaktadır.

Konuyu anlamak için, önce istiğfara sebeb olan hususu iyi idrâk etmek gerekir.

 Rasûlullah aleyhi’s-selâm’dan dinleyelim:

"Gerçek şu ki, kalbim örtülür de ben de yüz defa Allâh'dan özür dilerim." (Müslim-Ebû Davûd)

Burada dikkat ediniz!...

İstiğfar lâf olsun, sevab olsun diye söylenmemektedir!.

Kalbin örtülmesi neticesinde duyulan üzüntüden, içine girilen kapanıklıktan, zâtı ilâhînin müşahedesinden perdelenmekten dolayıdır!.

Hakkı, hakkıyla müşahede edememenin getirdiği sıkıntı ile; bu durum hissedildikçedir; ve bu, bir gün içinde, çeşitli zaman ara lıkları ile, belki günde yüz defa vâki olmaktadır Efendimizde; kendi ifâdesine göre.

Nerede, günde yüz defa çeşitli aralıklarla, kendinde bu yetersizliği hissedip bundan üzüntü duyup istiğfar yapmak...

Nerede, bilinçsiz bir şekilde, TAKLİDEN, ders yapıp vazife savar gibi, arkası arkasıyla 100 defa "estağfirullah" çekmek(!).

Elbette çekeceği varsa kişinin, çekecektir estağfirullah!.

Gerçeği idrâk ederek, "insan"lık ve "halife"lik şeref ve haysiyetine ulaşmak isteyenler şunu âcilen ve zorunlu olarak idrâk etmelidir ki; mukallidden ders alınmaz ve TAKLİDLE HAKİKATA varılmaz!..

Tasavvuf, külliyen TAHKİK mesleğidir; asla taklid değil. Velev ki şeriâtı bile taklidi olarak kabul etmeyenler mevcuttur.Her başına sarık takıp cüppe giyen tasavvuf ehli değildir.hele kendini dünya vi çıkarlar için şeyh ilan edip de üç beş saf temiz kişileri kandırarak  onların üstünde mürşid lik iddia etmek hiç değildir.

Ama şu da gerçektir ki, TAHKİKE güç yetiremiyen elbette kendini TAKLİDLE avutacaktır!.

*  *  *

 

 

 
ASİMYENER KİŞİSEL SİTE
 
 
Ölüm yok olu demek değildir .. Ölüm bu alemden başka ve esas ebedi aleme geçiş kapısıdır..o halde ölen dostlarımızı sevdiklerimizi ve ya onların sevdikleri ve dostlarını da unutma mamız gerekir. bilinmelidir ki ölen birisinin ruhuna dünyadan hiç bir şey lazım değildir. ancak onlar için yapılacak af ve mağfiret olunmaları için dualarımıza, ve yaptığımız işlerden alabileceğimiz sevapları bağışlamamıza ihtiyaçları vardır.ama bazılarının dediği gibi ölüm yok oluş demek tir deyip bundada ısrarcı olan lara bir sözümüz olur elbetteki.. olüm alem ve boyut değişmek ise bize bildirilen yapılacak denilen azaplar ve mükafatlarda gerçek olup o boyutun şartlarına göre oluşurlar. mesela rüya görürüz. her canlı rüya görür. rüyada elimiz kesilir mesela, acısını yaşarız. ama uyandığımızda elimizin yerinde olduğunu görürüz. rüya tamamen ruhun görmüş olduğu bir olaydır .günümüz bilim adamlarının bazıları bunun bilinç altı veya beynimizin bir oyunu olarak yorumlarlar olabilirde .ancak rüya tamamen ruhsal bir durum dur. çünki ruhun hızı fizik vücuduna göre binlerce kat fazladır. ve gene bilim adamları derlerki: saatlerce gördüğünü sandığın rüya en çok 3--5 saniyedir. çokdoğru. öyledir. çünki ruh çok hızlıdır onun saniyeler için de yaşadığı olayı fizik vucudumuz belki saatler belkide günlerce yaşacaktı. demem odur ki rüyada kesilen elin acısını hissettiğine göre. örneğin kabir azabının da acısını hissedeceksin demektir. ahiret alminde ise yaradılış daha başkadır. azaba dayanıklı yaratılır kimsenin şüpesi olmasın. meselenin özü şudurki. ölmüşlerimiz bizden hayırlı işler yapıp bir vesile ile kendilerine de pay ayırmamızı yani bir sevap bağışlamamızı beklerler.
 
 
Bugün 16 ziyaretçi (45 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol