TEK-LİK ANLAYIŞI İLE, AÇIK EMİRLERİ TERK ETME HATASI
Başta Kur'ân-ı Kerîm'deki sayısız âyetler ve bunlara açıklık getiren çeşitli hadisler olmak üzere Hz. Ali'den Abdülkâdir Geylânî'ye, Muhyiddîn A'rabî'ye ve nihâyet "İnsan-ı Kâmil" yazarı Abdülkerîm el-Ceyli'ye kadar sayısız zevât, varlığın aslının, orijininin, Allah olduğunu; varlıkta Allah'tan gayri mevcut olmadığını ispatlamışlar ve açıklamışlardır.
Zaten günümüz ilmî çalışmaları dahi bu TEK asıldan gelme görüşünü, varlığın orijinde TEK olduğunu TEMEL EĞİTİM düzeyi olarak verilen eğitimde bile öğretmektedirler.
Bu, artık günümüzde gizli saklı sır olmaktan çıkmıştır. Bunu çok gizli tarîkat sırrı imiş gibi saklamak, çağımızda değil, asırlar öncesindeki hayâl dünyasında yaşamaktan ileri gelir.
Ancak.
Burada dikkatlerden kaçmaması gereken çok çok önemli bir husus da vardır ki o da şudur:
Varlık, dün ne ise, bugün de odur; ve yarın da o olacaktır!..
Yâni, varlıkta nasıl dün yürürlükte olan bazı kanunlar, nizamlar, sistemler, tabîi denen âdetler mevcut idiyse; bunlar aynı ile bugün de mevcuttur.
"ALLAH'IN KANUNLARINDA (SÜNNETULLAH) ASLA DEĞİŞME OLMAZ" âyetini hatırlayalım.
Senin varlığın, her ne kadar "HAK"kın varlığı dışında değilse de; buna rağmen yeme-içme kanununun dışına çıktığın zaman, nasıl bu beden ayakta duramaz hale geliyorsa; aynı şekilde ölümötesi bedeninin de tâbi olduğu kanunlar sözkonusudur!.. Onlara uymak zorundasın!..
Şayet sen, "ibadet" ismi ile tanımlanan bu çalışmaları yapmazsan; kim olursan ol hangi mertebede kendini kabul edersen et, gittiğin ortamın değişmez şartlarına tâbi olacaksındır!..
BÂTIN ismi yönünden varlığın TEK'liği ne kadar gerçek ise; ZÂHİR ismi yönünden de, kanunlar ve nizamlar dünyasının varlığı o kadar gerçektir!..
Kendini hangi mertebede hissedersen hisset, bugün bu beden şartları içinde yaşıyorsan, yarın da bugünkü bedeninin yeteneklerine sahip ikinci bir beden içinde ölümötesi ebedî yaşama devam edeceksin.
Bugün su seni boğuyor, ateş yakıyorsa, yarın da o ortamın suyu seni boğacak, ateşi yakacaktır!.. Bu kaçınılmazdır!..
Alah Rasûlü Aleyhis-selâm bugünkü beden dolayısı ile alınması gerekli tedbirler konusunda nasıl uyarıda bulunmuş ise; ölümötesine dair şartlar için de öylesine uyarılarda bulunmuş; o ortamın zarurî kıldığı tedbirler ne ise, onları "İBADET" adı altında bizlere iletmiştir.
Şimdi bir kişi, ben "HAK'KIM" diyerek, bir takım tedbirlere başvurmadan ateşe kendini attığında nasıl yanarsa; "BEN HAK'KIM" diyen bu kişi aynı şekilde ölümötesinde de o günün ateşi içinde, çaresizlik içinde yanacaktır!.. Bilgisi hissedişi asla kendini kurtaramayacaktır.
"İBADET ET RABBİNE YAKÎN GELENE KADAR" (Hicr-99) âyetine gelince ise.
"YAKÎN" gelene, yani gerçeği görene, tadana kadar "İBADET" hükmüyle fiillere devam et, demektir bu!..
Demek değildir ki, yakîn gelince, ibâdeti terk et!..
Bu şu demektir: Gerçeği görene, hissedene, tadana kadar "İBADET" hükmüyle fiîllerine devam; bundan sonra da "Kendini ortadan kaldırmış olarak bırak Allah'ın fiîlleri şeklinde onlar devam etsin!.."
Buna geçmiş hakîki vahdet ehli zevât "UBÛDET" ismini takmışlardı.
Kısaca bir önemli noktaya değinelim.
Tasavvuf, fenâfillah ve bekâbillah isimli iki aşamaya dayanır;
Birinci aşamada varlığın aslına özüne erişilir; ikinci aşamada da Orijinal varlığın bakışı ile âlemler seyredilir.
İşte birinci seyir, "BÂTIN" ismi mânâsı içinde yapılan bir seyirdir; ikinci seyir ise "ZÂHİR" ismi yönüyle yapılan bir seyirdir.
Tasavvufa girenlerin pek çoğu bu ikinci seyir devresine geçemezler!.. Bu sebeple de işin sadece Tevhid görüşü denen, birinci seyir yanında kalarak; pekçok şeyin hakkını vermekten geri kalırlar!.. Oysa bu kişiler dairenin ikinci yarısına geçip, şuûr boyutunda, "Batîni" gerçeklerin "Hak" olduğu gibi; "Zâhir" boyutunda da bu ortama ait gerçeklerin "Hak" olduğunu görebilselerdi mutlaka fiîlleri başka olacaktı.
Şimdi meseleyi şöyle toparlayalım. Vahdet konusu şuur boyutunda yaşanan bir gerçektir! Zâhir boyutu ise kendi kanunları içersinde akar gider!.. Bu sebeple, bugün zâhir yönünde nasıl bir takım şeyler yapmak mecburiyeti sözkonusu ise, aynı şekilde ölümötesi yaşam bakımından da, aynı şekilde bir takım fiîlleri yerine getirme mecbûriyeti vardır; ve bunları tatbik etmeyenler, bu eksikliklerinin azâbını çekerler!..
|