TAASSUB EHLİNİN BÜYÜK YANILGISI
|
|
|
2 - Gelelim ikinci bölüm büyük yanılgı içinde olanlara...
Bunların bir kısmı kendilerini "şeriatçı" diye isimlendirir, bir kısmı da "tarîkatçı" olduklarını, falan ya da filan târikata mensup olduklarını söylerler.
Oysa ne şeriatı anlamışlardır, ne de tarîkatın ne olduğundan haberleri vardır.
Zaten, başlarındaki kişinin de genellikle tasavvuftan haberi yoktur!..
Çevrelerine, genellikle bir şeyden haberi olmayan, son derece saf ve iyiniyetli insanları toplamışlardır ve bunlara eskilerin menkıbelerini anlatarak, iyi ahlâk dersleri vererek, günlerini geçirmektedirler. Hattâ bir kısmı farkında olmadan CİNLERİN hükmü altına girmiştir!..
Kendilerine, ya da fikirlerine karşı çıkanları ise hemen "kâfirlik"le suçlayarak, saltanatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
"KİM BİR İMAN SAHİBİ KİŞİYE KÂFİR DERSE ONU ÖLDÜRMÜŞ OLUR" (Tırmızî)
şeklindeki Hz.Rasûlullah Aleyhis-selâm hükmünce kendileri defalarca küfre düşerler ve bunun farkında bile olmazlar câhillikleri yüzünden!..
Bu gibi kişiler, işin mânâ yönünü ihmal edip, tefekkür yönünü ihmâl edip, sadece görünüş yönü üzerinde dururlar, ki bu yüzden kayıpları hadsiz hesapsız olur!..
Onlar için önemli olan sadece çarşaftır, takkedir, poturdur cüppedir, sakaldır!..
Onlara inanan cahil, din ilminden yoksun kişiler de, o yanlış gözlüğü taktıkları için, tamamıyla işin gerçeğinden uzak bir dünyada yaşalar!..
Kesin olarak bilelim ki. Kelime-i Şehâdeti söyleyen, beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, hac görevini yerine getirmiş ve zekâtını veren bir kişi için ne kadar büyük kusurları olursa olsun kâfir denmez!..
Bir kişinin cennetlik ya da cehennemlik olduğu, son anına kadar bilinemez!.. Ancak fiîli için bu fiîl kendisine azâb getirici bir fiîldir, diyebiliriz. Şu fiîli kendisinin cehenneme gitmesine vesile olabilir, diyebiliriz; lâkin tutup da, şu fiîli yaptı veya yapıyor, dolayısı ile cehennemliktir, asla diyemeyiz!..
Kim bunu derse, kendi ifadesi ile dini bilmediğini belgelemiş olur ve din ilmine sahip olanlar katında zavallı duruma düşürmüş olur kendini.
Bilvesîle şunu anlatmaya çalışalım.
Dîn'de yapılması gereken şeyler bellidir, yapılmaması gereken şeylerde bellidir.
Kadının ziynet yerlerini göstermeyecek şekilde örtünmesi de Kur'ân-ı Kerîm hükümlerine göre farzlardan biridir. Ancak bir kadın; "evet bu Allah'ın hükmüdür ancak ben bunu yerine getiremiyorum" derse, bu sözü ve inancı ile Allah diler affeder; diler cezalandırır ama asla bu kadın kâfir olmaz!..
Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinden birini reddedip, kabul etmeyen, dini reddetmiş olur. Çünkü din bir bütündür, bir paket hâlindedir!.. Ya tümüyle kabul edilir, ya da reddedilir!..
Peki, tümüyle kabûlü zorunlu olan nedir?..
Kur'ân-ı Kerîm ve Allah Rasûlü’nün hadîsleri!..
Daha sonra gelen kişilerin yorumlarını red asla kişiyi dinden çıkarmaz!..
Ayrıca "Kur'ân hükümlerini, Allah Rasûlü’nün söylediklerini, kabul ediyorum, ama bugün için onları tatbik edemiyorum" diyen kişi de, dini reddetmiş değildir!..
Bu asırda bu hükümler geçerli olamaz,”” din hükümleri günümüz için geçerli değildir, diyen ise dinî reddetme durumundadır.””
Dîn'in hayâlî düşünceler ya da beşerî nizam gereği getirilmiş hükümler bütünü olmayıp; tamamıyla fizik-şimik (kimya) elektromanyetik yapıtaşları ve şartlarıyla ilgili, insanın geleceğini çeşitli tehlikelerden korumaya yönelik; ve insanın kendi aslını, orijinalini tanımaya mâtuf hükümler bütünü olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Dileyen ile tasavvuf boyutunda, dileyen ile zâhir boyutunda, dileyen ile de günümüz ilmi düzeyinde konuyu en etraflı bir biçimde tartışmayada açığız.
Yanlışımızı bulan delilini açıklar!..Ama Gizli gizli arkamızdan gıybet yapmaz.
Zirâ günümüz ilmi dolayısı ile, artık tartışılamayacak şey kalmamıştır. Dindeki her hükmün, günümüz ilmiyle izâhı mümkün hale gelmiştir.
Din böylesine ilimle izah edilebilir durumda iken, hâlâ asırlar öncesinin yetersizliği içinde, sadece insanları korkutma ve itham yöntemiyle çalışmak, topluma hizmet açısından asla yararlı olmaz.
Evet, şimdi bu konuyu özetleyelim. Kur’ân-ı Kerîm ve Hz.Rasûlullah Aleyhi’s-selâm’ın hükümlerini tüm olarak kabul eden bir kişi, dindeki eksikleri yüzünden günâh (ya da bir diğer ifade ile NEGATİF yük) yüklenir. Ancak bunlardan kurtulması için de dinde çeşitli yollar gösterilmiştir. Bu yollara başvurmak kendini arıtabilir!.. Bu kusurları dolayısıyla da, asla dinî inkâr anlamına “kâfir” denmez!.. Diyen ise, kendi câhilliğini açıklamış olur.
Potur, cübbe, fes, fesli dolak gibi şeylerin dinde asla yeri yoktur!.. Sakal, ne imanın şartları arasında, ne de İslâm’ın şartları arasında mevcut değildir!.. Dolayısıyla sakalsız kişiyi Müslüman saymamak, ancak din konusundaki câhillikten ileri gelir!.. Bütün bunları değerlendirebilmek için akıl şarttır!..
Bugün bir teybe, ya da bilgisayara bütün âyetleri ve hadîsleri yükleyebilir ve istediğiniz anda da konusuna göre hepsini anında harf eksiksiz okuyabilir, dinleyebilirsiniz.
Din âlimi demek, kendisine naklolanları kendisinden sonrakilere nakletmek demek değildir!..
O bilgileri anlayıp, günün şartlarına göre izah edip, günün şartlarına göre cevap verebilmek demektir. Ben 35 yıldır bunun mücadelesini veriyorum.
Dînin neden geldiğini, dîndeki hükümlerin hangi gayelere yönelik olarak konduğunu; uyulmaması halinde kişiye neler kaybettireceğini, o günün şartları içinde izah edemeyen kişi, din âlimi değil din nakilcisidir!.. Artık burada feraset dinleyene kalmıştır!!!...
Günümüzde dîn adamının görevi, eskiden beri bilinen ve bağışıklık kazanılarak dinlenmek bile istenilmeyen din bilgilerini, eski şekliyle tekrarlamak olmayıp; Dîn'i bugünün ilmiyle insanlara izah etmek; tatbik edilmesinin neler kazandıracağını; tatbik edilmemesinin de neler kaybettireceğini, karşısındakilere günümüz ilmiyle idrâk ettirmektir.
Yoksa günümüzde, "şunu yaparsan cehennemliksin, bunu yaparsan cennetliksin" gibi ifadelere karşı artık beyinler bağışıklık kazanmıştır!..
Tasavvuftan murad, “Vahdet”tir!..
Tarîkat yoldur ki, kişiyi "Hakikata" ulaştırır.
Hakikata erdirmeyen tarîkat ise, ya iyi ahlâk derneğidir; ya da dinin zâhiri hükümlerini anlatan herhangi bir hocaefendinin toplantısı!..
Kendi varlığının ne olduğunu sana bildirmeyen yol, işin sadece zâhiriyle, seni gelecek tehlikelerden sakındırmaya çalışan bir kişinin çevresidir.
Esasen Dîn'in zâhiri yönünü bilmeden, tasavvuf hakkında belirli bir kültür sahibi olmadan, falanca "büyük adam" dedi diye körü körüne gidip, filancaya bağlanmak son derece büyük bir risktir. Zîrâ hebâ olan, boşa giden senelerin telâfisi asla mümkün değildir.
Üstelik bu süre içinde, doğru zannıyla kabullendiğiniz yanlışları doğrultmanız ve onların zararlarından kendinizi arıtabilmeniz oldukça geniş bir zaman ve son derece büyük çaba isteyecektir.
Bugüne kadar öğrendiklerinizi, burada okuduklarınız ile kıyaslayabileceğiniz gibi; size kolaylık olması itibariyle, sıralayacağımız aşağıdaki sorulara da vereceğiniz cevaplar ile bilgilerinizi kontrol edebilirsiniz.
1-"Allah" isminin mânâsıyla bağlantınız nedir?.. Hangi işleri siz yapıyorsunuz, hangi işler Allah’tandır?..
2- "Ben" dediğiniz varlık nedir; hangi özelliklere sahiptir?.. Ölümötesi yaşamınız nasıl olacaktır?..
3- Kabir hayatı nasıldır, nerededir, kaç türlüdür?..
4- Yeniden dünyaya dönmek sözkonusu mudur?.. Yeniden bedenlenmek, bu dünyaya geri gelmek şeklinde midir; yoksa tüm insanlık, kıyâmet denen olayla yok olduktan sonra mıdır?..
5- İnsanın dünya hayatında tüm yaptıklarından dolayı bir mes’uliyeti var mıdır? Yoksa yaptığı yanına kâr mı kalacaktır?..
6- Hesap nerede ne şekilde, neden verilecektir?..
7-Geleceğe dönük bir takım tehlikelerden insanın kendisini kurtarabilmesi mümkün müdür; şâyet mümkün ise nasıl?..
8-Hz. Rasûlullah Aleyhi’s-selâm’ın bildirdiği emirler ve yasaklar hasbelkader gelmiş, Allah’ın keyfince konmuş sınırlar mıdır? Yoksa bir kanun, nizâm gereği olarak uyulması zorunlu kurallar mıdır?..
9- Ceza nedir?..
10-Allahü Teâlâ’nın cezalandırması ne demektir?..
11-Cennet ve cehennem nedir?.. Niçin ebedîdir?.. Cehennem maddî, mânevî midir, yoksa her ikisi de var mıdır?
12-Zât cenneti sıfat cenneti, esmâ cenneti ve ef’âl cenneti diye bildirilen ve her birinin iki yönü olan 8 cennet nedir, nerededir, nedendir, nasıl elde edilirler?..
13- Allahû Teâlâ’ya vâsıl olmak ne demektir?.. Bu dünyada mı elde edilir, yoksa ölümötesinde oluşacak bir hâl midir?.. Mekânı olanın, mekândan beri olana ulaşması nasıl olur?..
14- Ölümötesi yaşamda terakki var mıdır?.. Burada elde edilemeyen şeylerin orada elde edilmesi mümkün müdür?.. Ölümötesinde elde edilecek şeyler nelerdir?
15- Ölümötesi yaşam yeri neresidir?
16- Ölüm nedir ve ölümötesi yaşam kaç türlüdür?..
17- İmtihan nedir? Bizi imtihan eden biri mi var?.. Niye imtihan?..
18- Kul kimdir?.. Kulluk nedir?.. Kaç türlü kulluk vardır?..
19- "İnsan" beden midir; ruh mudur; bunların ötesinde bir şey midir veya bunların hepsi midir; yahut bunların bir ikisi midir?
Evet, bugüne kadar içinde bulunduğunuz çalışmalar, şâyet size bu soruların cevaplarını verdiremiyorsa, artık hiç boşa harcayacak vaktiniz yok demektir?
Zîrâ geleceği, geleceğin önemini, geleceğin getireceklerini idrak edememişseniz, muhakkak ki anınızı da gereğince değerlendiremiyorsunuz.
Şâyet,
-Canım, Allah ne istemişse o olur, nasıl olsa ben sırtımı falancaya dayadım o beni orada kurtarır"
gibi düşünceler sizi kandırıyor ise. buyurun devam edin. Ama siz gereken çalışmaları yapmadan falancanın size hiç bir yararı olamayacağını anladığınız günde, iş işten geçmiş olursa, o takdirde ne yapacaksınız?..
Gereken çalışmaları yapmadan ölümü tadanların hepsi de:
-Yâ Rab bizi dünyaya geri gönder de yapmadıklarımızı yapalım; derler. Oysa asla mümkün değildir. (23-99)
Meâlinde çok kere tekrarlanan âyet, yapılması gereken bütün çalışmaların ancak dünya hayatında mümkün olabileceğini; bu çalışmaları yapmadan ölenlerin ise bütün pişmanlıklarına rağmen çaresizlik içinde kalacaklarını açık seçik vurgulamaktadır.
|