CİNLERİ ve MELEKLERİ İNKÂR GAFLETİ

CİNLERİ ve MELEKLERİ İNKÂR GAFLETİ


4- Kur'ân-ı Kerîm'de açık seçik ve uzun uzun pek çok âyetlerde anlatılan mefhumlar mevcut. "CİN" ya da "MELEK" denilen varlıklar çeşitli yönleriyle anlatılıyor

Ancak günümüzde kendini beşduyu kaydından kurtaramayan kişiler; ya da farkında olmadan "CİN"lerin hükmü altına girmiş olanlar bu kelimeleri te’vil ederek gerçeğinden saptırmaya çalışıyorlar.

Sizi etkileyen, yanınızdaki cinden nasıl bahsediyor Allah Rasûlü?.

Evet, insanın yanında daima var olan "iki"liden birisi "CİN"dir, diğeri de "MELEK". Bunlar sürekli olarak kendi yapılarının ve mânâlarının gereği olarak insanın beynine mesajlar yollar dururlar.

"CİN"den olan, genellikle kişiyi, maddeye, bedene, dünyada bırakılıp gidilecek şeylerle uğraşmaya; ölümötesini ciddiye almamaya sevkeder; velev ki hatırlansa, akabinde bu düşünceyi unutturacak işlere yönelmeyi telkin eder!.. Ve kişinin tabiatı da bu işlere müsait ise, artık kendini bu türden iteklemelere kaptırır gider!..

İşte insanların farkında olmadan "Cin"in hükmü altına girmesi olayı böylece gerçekleşir.

Bu itişlere karşı ise, insanın kendini tek kurtarma aracı "ilim"dir!.. İlim yoluyla kendini, karşısındakini tanıyacak ve ona karşı başvurulması gerekli tedbirleri alacaktır.

"Cin"lere karşı kişide "koruyucu manyetik alan oluşturan" zikir şudur:

1 - Lâ havle velâ kuvvete illâ billah!..

2 - Rabbi enniy messeniyeş şeytanu binusbin ve azaba. Rabbi eûzü bike min hemazatiş şeyâtıyni ve eûzü bike rabbi en yahdurun. (Sad: 41 - Mü’minun: 97/98)

Kezâ rüya hâlinde bile, "kâbus" adı verilen görüntüler anında, ya da "cin"lerin musallat olmaları hâlinde, bunlar birkaç yüz defa okunursa, üzerinizden bu baskının derhal kalktığını görürsünüz.

"İblis" adıyla bilinen ve "şeytan" lâkabıyla tanınan varlık "CİN" sınıfından bir tür olup; din konusundan yeterli bilgiye sahip olmayanların sandığı üzere "melek" değildir!.. Bu hususa şu âyette işaret edilir:

"İBLİS'DEN BAŞKASI SECDE ETTİ. O İSE CİN'DENDİ." (Kehf-50)

"Şeytan" lâkabını taşıyan "İblis" isimli "cin" sınıfından varlığın, neslinden oluşmuş türler, genelde insanları gerçekler istikametinde yaşamaktan saptırıcı fikirleri sürekli olarak insanlara ilham ederler ve o yolda çeşitli arzulara sürüklerler.

Her insanın yanında bir de "CİN" sınıfından arkadaşı olduğuna şu Hadîsi şerîfler işaret eder. Sahihi Müslim'den.

Abdullah ibn-i Mesûd radıya’llâhu anh naklediyor:

Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

-Sizden kimse istisna olmaksızın, her birinizin "CİN"den olan bir karîni vardır.

Sahabe sordu:

-Yâ Rasûlullah!.. Sana da bir karîn tevkil edilmiş mi?

-Bana da öyledir!.. Ancak Allah ona karşı bana yardım etti de, o müslüman oldu ve artık bana hayırdan başka bir şey tavsiye etmiyor.

İkinci bir hadiste de şöyle buyruluyor:

"İnsana “cin”den bir karîn ve “melek”lerden bir karîn tevkil edilmiştir!..

Evet, her doğan büyüyen insanın yanında "İki" vardır. Bunların biri "cin" diğeri de "melek" türündendir!..

Biri, insanı gerçekten saptırmaya gayret eder, diğeri de gerçeklere göre yaşamaya sevkeder!.. Sürekli yapıları doğrultusunda fikirler oluşturacak telkinlerde bulunurlar.

Şayet “CİN” olan hâkim gelirse, o kişi farkında olmadan "cinlerin hükmü altına aldıklarından" olmuş olur ki, bu

"İNSANLARIN EKSERİYETİNİ HÜKMÜNÜZ ALTINA ALDINIZ"

âyetinde anlatılmıştır.

Cabir radıyallâhu anh’tan naklolunmuştur; Rasûlullâh Aleyhisselâm buyurmuştur:

-Şeytan, kendi askerlerini bölük bölük gönderir. Müteâkiben onlar insanlar aralarında fitneler koparırlar. Neticede kendi nazarında, onların en büyük rütbelisi, fitnesi en büyük olandır!.."

İşte böylece, günümüzün pek çok anında, yanımızdaki bu cinlerin beynimize gönderdiği sayısız "vehimle" yanlış fikirlerle yaşar ve çoğu zaman da onları gerçek sanarak, büyük yanılgılara düşeriz!..

Oysa.

İnsanın bedeni, hücresel yapısı, ana hammaddesi itibariyle nasıl ki su ve mineraller karışımı olarak; 1400 sene öncesinin anlayışına da hitâp etmesi amacıyla "TOPRAK" diye târif ve tavsif edilen nesne ise.

Aynı şekilde.

"CİN" adı verilen varlığın da bir tür "ışın" olan, bedeni, o günün anlayışına ve ifade tarzına uygun olarak;

"DUMANSIZ ATEŞ",

"HÜCRELERE NÜFÛZ EDEN ATEŞ",

"ZEHİRLEYİCİ ATEŞ"

gibi tâbirler ile târif ve tavsif edilmiştir.

Yine Kur'ân-ı Kerîm'de, "ŞEYTAN" denilen varlığın bir "CİN" olduğu anlatılmış, bu vesile ile de şuur boyutundaki yüceliğin, bedensel üstünlüklerden daha yüce olduğuna değinilmiştir.

Esasen Kur'ân-ı Kerîm'de

"İnsanların ekseriyetinin cinlerin hükmü altına girmiş olduğu"

açık seçik anlatılmaktadır.

Onların insanları yanlış görüşlere saptırarak gerçeklerin gereğini tatbik etmekten mahrum bıraktığı izah edilmektedir. Ve onlara kanılmaması için de geleceğe dönük gerçekler idrâklar, gözler önüne serilmektedir.

Buna rağmen bir kişi ilmini öğrenmeden yanlış bilgilerle Allah Rasûlü’nün bildirdiği gerçeklere inanmayıp da; "MEDYUMLUK" adı arkasında "RUHLAR" kisvesine bürünen "CİN"lerin bildirdiklerine tâbi olursa; artık kendi âkibetine kendi karar vermiş olur ki... Yarın gerçeklerle karşılaştığı zaman içine düşeceği pişmanlık hiç bir yarar sağlamaz!..

İkinci olarak yanında bulunan da insanın, "melek"tir!..

Evet...

"MELEK"lere gelince.

CİN”lerin yapısı elektromanyetik dalgalara dönük bir tür radyasyon olmasına karşılık; "MELEK" denilen varlıkların yapısının anacevheri, foton türlerinden bir yapıdır. "NÛRÂNİ"dir yapıları.

Hattâ bir diğer ifade ile şöyle izaha çalışayım:

Biz sayısız türden ışınları incelerken, aslında "Melek"lerin orijin yapısını incelemekteyiz ve bunun bilincinde değiliz!..

Olayı şu misâl ile idrâklara yaklaştırmaya çalışayım.

Bir insanı süper boyutlardaki elektron mikroskobun altına yatırdınız ve karşınızda hücreleri oluşturan elemanlar çıktı ve siz, insanı inceleme bilgisinden ve insan bilincinden uzak bir şekilde, hücre -DNA molekül incelemesi yaptığınız görüşündesiniz; ancak incelediğiniz şeyin insan olduğunun farkında değilsiniz!..

Bugün, bilim öyle konularla ilgileniyor ki, ilgilendiği nesnenin gerçeğinin farkında değil!..

Evet...

"CİN"ler kadar gerçek olan, bir diğer kâinatta yaygın ve de evrenin hammaddesi varlıklar da "MELEK"ler!..

Kendilerine has orijinal yapılarına karşılık, ışın düzeyindeki yapılarıyla her an tüm beyinleri etkilerken; "CİN"ler üzerinde çeşitli şekillerde tasarruf ederlerken. Bunların yokluğunu iddia etmek!!!..

Bilimsellikten uzak, geniş düşünebilmek yeteneğinden uzak; şartlanmaların etkisi altında, eski çağ ilkelliği içinde geleceğe dönük hükümler vermek!..

Halbuki inkâr ettiğimiz bu yapıları, idrâk etmeye çalışsak ve beyinlerimizi daha yüksek düzeyde düşünmeye zorlasak.

Beyinler üzerinde hükmederek kâh maddesel görüntüler oluşturan kâh da maddeötesi kozmik yapılarıyla madde dünyası üzerinde türlü etkilerde bulunan sayısız varlıklar. Onları oluşturan salt cevher boyutu!.. Tıpkı "RUH"ları oluşturan ve içinde kişiliklerin sözkonusu olmadığı salt "RUH" boyutu misâli bir boyut.

İlkel inkârımız sonucu, bilmekten mahrum kaldığımız nice varlıklar!..

İlim için, araştırma-bulma-bilme-değerlendirme için varolan insanın, kendini inkâr duvarları içine hapsederek cahillik hücresine kendini kapaması!..

Bilim daha ilerideki yıllarda "CİN" denilen varlıkları tesbit edebilecek araçları geliştirebilecek ve onlarla irtibat kurabilecektir.

"MELEK"lerin ise varlığı madde-araç yoluyla asla tesbit edilemeyecektir. Çünkü onları algılama özelliği ancak beynin çok üst düzeyde çalışmasına bağlı bir yetenektir. Ki insanın muadili bir aracı gerçekleştirmesi imkânsız bir olaydır!..

 
ASİMYENER KİŞİSEL SİTE
 
 
Ölüm yok olu demek değildir .. Ölüm bu alemden başka ve esas ebedi aleme geçiş kapısıdır..o halde ölen dostlarımızı sevdiklerimizi ve ya onların sevdikleri ve dostlarını da unutma mamız gerekir. bilinmelidir ki ölen birisinin ruhuna dünyadan hiç bir şey lazım değildir. ancak onlar için yapılacak af ve mağfiret olunmaları için dualarımıza, ve yaptığımız işlerden alabileceğimiz sevapları bağışlamamıza ihtiyaçları vardır.ama bazılarının dediği gibi ölüm yok oluş demek tir deyip bundada ısrarcı olan lara bir sözümüz olur elbetteki.. olüm alem ve boyut değişmek ise bize bildirilen yapılacak denilen azaplar ve mükafatlarda gerçek olup o boyutun şartlarına göre oluşurlar. mesela rüya görürüz. her canlı rüya görür. rüyada elimiz kesilir mesela, acısını yaşarız. ama uyandığımızda elimizin yerinde olduğunu görürüz. rüya tamamen ruhun görmüş olduğu bir olaydır .günümüz bilim adamlarının bazıları bunun bilinç altı veya beynimizin bir oyunu olarak yorumlarlar olabilirde .ancak rüya tamamen ruhsal bir durum dur. çünki ruhun hızı fizik vücuduna göre binlerce kat fazladır. ve gene bilim adamları derlerki: saatlerce gördüğünü sandığın rüya en çok 3--5 saniyedir. çokdoğru. öyledir. çünki ruh çok hızlıdır onun saniyeler için de yaşadığı olayı fizik vucudumuz belki saatler belkide günlerce yaşacaktı. demem odur ki rüyada kesilen elin acısını hissettiğine göre. örneğin kabir azabının da acısını hissedeceksin demektir. ahiret alminde ise yaradılış daha başkadır. azaba dayanıklı yaratılır kimsenin şüpesi olmasın. meselenin özü şudurki. ölmüşlerimiz bizden hayırlı işler yapıp bir vesile ile kendilerine de pay ayırmamızı yani bir sevap bağışlamamızı beklerler.
 
 
Bugün 26 ziyaretçi (68 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol